18 Mart 2016 Cuma

Memurun Güncesi

 Angara.. Gri memur şehri..Şehir gri de içindekiler gökkuşağı mı? Herkesin devlete kapağı atmak olarak gördüğü memur kardeşimizin bir günü nasıldır ortalama verilerle?
  İş tanımım gereği vatandaşla muhatap olan veya yolsuzluğa adı karışabilecek bir memurluk değil benimkisi çok şükür..Zaten günahlarla bu kadar bezenmişken bir de kul hakkına girmeyelim durduk yere dimi ama? Neden memur oldum? Düzenli bi hayat özlemiydi, giriş-çıkışım belli olsun filan..İlk başladığım yıl pek öyle olmasa da şuan biraz daha rayına oturdu düzen..Memurun mesai yapacağına ben de ihtimal vermiyordum ama öyle olabiliyormuş.. Neyse asıl konu bu değil..
  Memur eleman ya 8-5 çalışır ya 9-6..Sabah kalkar servisiyle işine gelir..Memurun mesaisi serviste başlar aslında.. Her kademeden memurun yer aldığı o servis; ülkeyi kurtaranlardan batıranlara, evlenenlerden çocuğu olanlara, kurum içi dedikodulardan ülke magazinine her türlü konuya parmak basan amca ve teyzelerle doludur. Uyuklayanı mı dersin hararetli tartışmalarla güne hızlı başlayanı mı dersin..Kitap okumak, hem o gürültüden hem de servisin sallantısının oluşturduğu mide bulantısından baya zorlaşır. Memurlar dedikoduyu sever maalesef.. Kim kimle, ne yapmış, ne almış ne yemiş vs vs.. Boşluktan birbirini inceler, soruşturur ve "Başkalarının Hayatı"nı sanki haddineymişcesine analiz eder ve işin kötüsü yorumlamaya kalkar..Babet giymesinden bir kadının hamile olduğunu anlayan nice Sherlock Holmes'ları barındırır daireler..Hiç beklemediğin yüksek kademe insanlar bile seni evlendirmeyi kendine dert edinebilir..İşe girdiysen next mission evlenmektir, ve bu konuda ciddi bir kamu baskısı yaratılır.. Yok mu biri, neden yok? en alakasız adamın bile sorabileceği türden sorulardır..Evlenirsin bu sefer next mission çocuktur, herkes ee çocuk ne zaman diye gözünün içine bakar..Yani bitmez o mission'lar, bitmez yurdum memurunun senin hayatına dahil olma çabası..Bunlar servisle sınırlı değildir tabi ama memurun işe başlarkenki hali genel durumun da aynası hükmündedir.
  Hangi gün başladığın da önemli tabi..Pazartesi herkes için olduğu gibi memura da sendromdur elbet..Cuma en mübarek gündür tabiki her anlamda (: Çarşamba'da ise öff bu hafta hiç geçmiyor mızıklanmaları yaşanır..Neyse inersin servisten turnikelere kartını okutup girersin kurumuna..Günaydınlar uçuşur asansörde koridorda..Odana gelip kendi odanda kettle varsa suyunu ısıtır yoksa çay ocağından çayını ister..Kahvaltı yapmadıysa aldığı poğaçasından bir ısırıkla çayını yudumlayarak internette dolaşmaya ve gündemi gıdıklamaya başlar..Ha bu arada çay önemli..Çay ve memur birbirinin mütemmim cüzüdür..Odasına gelen misafiri daha oturmadan çayını söyler öyle hoşbeşe başlar..Çay o kadar kritik öneme sahip ki, hiç içmeyen ben bile memur olduktan sonra tiryaki kıvamına geldim valla..Ve çay eşliğinde sabah dedikodu seansları açılır..Gündemin her ıncığına cıncığına, makro yönetimden mikro yönetime, iş arkadaşından aileye, her türlü sorun masaya yatırılır ve bu seans sonrasında kendince ülke kurtardığını düşünen memur terapiden çıkmışçasına işine başlamaya hazır hale gelir..Ömrü hayatımda görmediğim gıybeti kamuda gördüm diyebilirim..Yolsuzluğa karışmasa bile bu gıybetler bir memuru cehenneme sürüklemeye yeter galiba..Başta rahatsız olsa bile zavallı memurumuz sonra kanıksar durumu hatta kendi de ortama uyum sağlar..
  Dairesine, amirine ve gündeme göre değişkenlik gösterse de memur her zaman boş boş oturmaz..Salla başı al maaşı değildir durum sanıldığının aksine..Tabiki özel sektördeki gibi telefonu açamayacak kadar bir yoğunluk olduğunu kimse iddia edemez..Ancak dönem dönem ciddi yoğunluklar mesailer yaşanır..Genel anlamda ise ortam esnektir, giriş-çıkış (amire göre değişir yine), yemek saatleri, özel işler için izin alma  vs daha rahattır..Her yerde olduğu gibi kamuda da çok çalışan cezalandırılır.. Salağa yatan, küskün uzman olan tiplerin gönlü okşanırken; verilen işi hakkıyla yapan aldığı parayı hak etmeye uğraşan zavallılar izin istediğinde verilmez, yurt içi-yurt dışı görevlendirmelere gönderilmez vb doğal haklarından uzak tutulur. Zira onlar olmazsa daireyi kim götürecektir, işleri kime teslim edeceksindir? O nedenle daha çok çalıştırılır ve sosyal hayatlarından koparılmaya çalışılır. Muadil arkadaşlarına bakınca kendini enayi gibi hisseder atom karıncamız.. Uyanık bazı ağustos böcekleri ise işin yolunu çözmüştür, iş verilince savsaklar, erteler, işi verip verdiğine pişman eder seni ki bi daha ona iş vermeyesin.. Kendi köşesine çekilir ve olabildiğince soyutlar kendini her şeyden..Sanmayın ki bunu göze sokarak yapar.. Bunun bahanesi kimi zaman master, doktora yapmaktır kimi zaman kendince hak ettiği kadronun verilmemesine olan tepkidir kimi zaman hastalık veya hamileliktir..Sanki devlet ona maaş vermiyormuş da o lütfediyormuş gibidir küskün memurun işini sahiplenme derecesi..
  Öğlene doğru acıkan memurlar yemekhanenin açılmasına dk'lar kala sıraya doluşur ve günün yemeği üzerine kritiklerine başlarlar..Kamuda yemek işi şanstır biraz..Ve sanırım ben ve kurumum bu şanslı güruhtanız..Dışarda nerdeyse 30-40 lira değerinde kaliteli ve lezzetli dört çeşit tabildot yemeği 4.25 lira gibi cüzi bir fiyata yiyebilirsiniz..Çorbası, seçimlik ana yemeği, salatası, tatlısı vs ile günün en keyifli anları yemekhanede yaşanır sanırım (: Sonra hava güzelse yediklerini bi nebze olsun eritmek için yürüyüşe çıkılır veya arkadaşlarla toplaşıp öğlenki çay ve dedikodu seansı gerçekleştirilir..Genelde bu muhabbetin koyuluğu nedeniyle mesai başlangıcı geciktirilir öğleden sonrası için..İşin enteresan kısmı bu diyaloglarda herkes kendi işinin yoğunluğundan dem vurur.. Herkes yoğundur ve çok çalışır vs..Sorsan herkes dünyanın en önemli işini biz yapıyoruz havasındadır..Yapılan işlere atfedilen önemi görünce kendinizi sorgularsınız..Yahu ben dünyayı kurtarmıyorum, acaba bende mi bir sorun var dairemde mi?
  Gün içinde de sabaha benzer bir iş temposuyla çalışan memur saat 4e doğru acıkma hissiyle atıştırma ihtiyacı duyarak ikindi çay seansına davet edilir..Yine aynı muhabbetler aynı cümleler sıkılmadan tekrar tekrar dillendirilir ve memleket kurtarılır..Saat 5 olduysa zaten memurun artık çalışası da kalmaz.. Erken çıkanlar mı dersin son saatini başka bir çay seansıyla geçirenler mi dersin.. Artık gözler saatin tiktaklarını takip etmekte ve bitse de gitsek modunda yarım kalan işler ertesi güne havale bir şekilde zaman doldurulur, saatler 6 olduğu an daireler boşalmaya başlar..Servislere doluşup günün kritiğini yaparak akşam trafiğinde çılgın servis şoförlerine emanet bir halde evlerinin yolunu tutarlar.. Bütün gün otursa bile memur akşam eve vardığında taş taşımış kadar yorgun olabilmektedir. Oturmak bile yorar anlayacağın memur kardeşimizi..
Daha anlatılacak çok şey var da şimdilik burda noktalayalım (:

17 Mart 2016 Perşembe

Tezini bir türlü yazamayanlara.. (:


Adanmış Hayatlar- Turgay Tanülkü

Oyunculuğu ile kalbimize taht kurmuş Turgay Tanülkü, geçtiğimiz günlerde Sabah gazetesine bir röportaj verdi. Hayatına dair en büyük kırılmaları bir bir anlattığı bu röportaj, yıllardır izlediğimiz başarılı oyuncunun bilinmeyen geçmişi ile tanışmamızı sağladı.İşte iyiliği ile yüreğimizi sızlatan Tanülkü'nün hikayesi;

1970'lerde siyasi nedenlerle Ulucanlar Cezaevi'ne girer.

1970'lerde siyasi nedenlerle Ulucanlar Cezaevi'ne girer.
"Uzun dönem işkence gördüm, çocuğum olamayacak kadar ağır işkence gördüm. Bizim hayatımız hep bir dram. Çok mutlu olan bir kesimden değilim. Tutuklandıktan sonra Ulucanlar Cezaevine gönderildim. Kendimi ve koğuştaki ağabeylerimi eğlendirebilmek için fıkraları oynuyordum koğuşun ortasında... Tiyatroyu küçük küçük koğuşa sokmuştum. Epey zaman böyle devam etti."

Cezaevindeyken, konservatuara gardiyanlar eşliğinde gidip gelir.


Cezaevindeyken, konservatuara gardiyanlar eşliğinde gidip gelir.
"Konservatuvarla cezaevi arasında iki cadde vardı zaten. Gardiyan okula kadar getirip bırakıyordu beni, akşamüzeri de alıyordu. Okuldakiler zaman zaman şüpheleniyordu durumumdan çünkü bilmiyorlardı cezaevinde olduğumu."

Cezaevinden çıktıktan sonra mahkumlarla tiyatro yapmak için cezaevine gitmeye devam eder.


Cezaevinden çıktıktan sonra mahkumlarla tiyatro yapmak için cezaevine gitmeye devam eder.
"O  zamanlar radyoda arananların listesi okunurdu, yakalandıktan sonra listeden ismin çıkardı. Ben yakalandığım için listede ismim yoktu. Onlara Almanya'da olduğumu söylemişlerdi. Tam sekiz güzel yılım gitmişti. Ama çıktığım gün kendime bir söz verdim; cezaevine tekrar gideceğim! 1981 yılında mahkumlarla gönüllü olarak tiyatro yapmaya başladım. Mahkumlardan bir grup oluşturdum, ilk oyunumuzu o zaman sahneye koyduk."

Turgay Baba'nın mahkumlar grubu oyun oynar, aileleri onları izlemeye gelir.


Turgay Baba'nın mahkumlar grubu oyun oynar, aileleri onları izlemeye gelir.
"Çocuklar gelirdi babasını, annesini seyretmeye. Oyun biter, misafirler gider, o koca koca adamlar sahneden iner, ailesinin oturduğu koltukları koklardı. Çocuğum olmadığını ve olmayacağını biliyorlardı.  Bu galalar ve oyunlar sayesinde mahkumların çocuklarıyla tanışmaya başladım. Çocukların mutluluklarını gördüğümde küçük küçük para vermekten ötesini yapmak istedim. Önce kendi evlerinde okutmaya başladım. Erzaklarını alıyordum, kiralarını ödüyordum. Tüm bunların altından kalkabilmek içintiyatro dışında iş yapmam gerekiyordu."

Naylon torba satar. Ankara OSTİM'de bir çay ocağı açar. Gelen parayla çocuklara destek olmaya çalışır.


Naylon torba satar. Ankara OSTİM'de bir çay ocağı açar. Gelen parayla çocuklara destek olmaya çalışır.
"O zamanlar TRT'de Ferhunde Hanımlar dizisinde oynuyordum. O da bir yere kadar yetiyordu. Ama o para epey güçlendirmişti beni. Eşimle konuştum ve çocukları almaya karar verdik. Anne baba çaresiz kalınca çocuklar sokağa ve suça yöneliyor."

İlk çocuğu şimdi 45 yaşında, adı Ali ama soyadını vermek istemiyor çünkü bir yerde yöneticidir.


İlk çocuğu şimdi 45 yaşında, adı Ali ama soyadını vermek istemiyor çünkü bir yerde yöneticidir.
"Ali'yi okutuyordum ama evinde kalıyordu. Benim de aklım ondaydı çünkü Ali'nin babası cezaevindeydi. Ama şöyle bir durum var, babalar içerde olunca anneler çalışmıyorsa, çocuklar ne yapacak? Ya babasının suçuna iştirak ediyor ya da başka yollara. Mesela uyuşturucudan baba içeri girmiş, karşısındaki avukat öyle bir para istiyor ki; kadın kocasını kurtarabilmek için o işi yapmak zorunda kalıyor. Bir zincirin halkası bu iş."

Çocukları okutmak için beş tane ev kurar.


Çocukları okutmak için beş tane ev kurar.
"Bu yükün altından kalkmak için çalışıyorum. Raci Şaşmaz da sağolsun. Bana dersen ki "Evin var mı?" Yok. Arabam var bir tane. Şu anda 23 çocuğum var. 11'i üniversitede okuyor, ufaklarım var, ortaokul lise çağında. Uşak Eşme'de Düz köyünde daha ufaklar var, onlar da çoban çocuklarıyla birlikte toprağı bilerek büyüyor. Çocuklarımın hepsi tarlayı, ağacı, toprağı bilir."

Evlerde küçük çocukların başında bir dostunun eşi durur.


"Büyükler kendilerine emanet. Zaten büyükler artık küçüklere sahip çıkıyor, yardımcı oluyor. Zincirleme devam ediyor bu durum. Üstelik her tür düşüncelerinde özgürler.Ailelerin bazıları çocuklar mesleklerini eline alınca aramaya başladı. Bu çok acı. Özellikle kız çocuklarının ailelerinin "Ne yapıyorsun?" diye sorması lazımdı. Soranlar var da, çok az. İşe girince aramak olmaz, vicdan yapmak olmaz."

Küçük bir kız, "Turgay Baba dedikleri sen misin?" diye sorar.


Küçük bir kız, "Turgay Baba dedikleri sen misin?" diye sorar.
"Babası Buca Cezaevi'nde kalan mahkum oyuncularımdandı. Gala yaptık, aileler de gelmişti. Merve Sultan Elgün de kardeşi ve annesiyle oradaydı. Maltaya yani cezaevinin büyük koridoruna girdim. Yürürken iki kız çocuğu geldi elimden tuttu, biri "Turgay Baba dedikleri sen misin?" diye lafa girdi. "Biz okumak istiyoruz" dediler. "Tamam, sen kimin kızısın?" dedim, "Yogi'nin" dedi. Yogi'nin kalbi çok güzeldir. Şiir yazar, oyunculuğu vardır... "Ne olacaksın kız?" dedim. "Savcı" dedi."

Sultan'ın savcı olma isteği bir ziyaret sırasında yaşadıklarıyla ortaya çıkar.


Sultan'ın savcı olma isteği bir ziyaret sırasında yaşadıklarıyla ortaya çıkar.
"İçeri girerlerken üst araması sırasında o dönemin cezaevi savcısı saçlarını okşamış onların. O gün karar vermişti ve bunu dediğinde daha 12 yaşındaydı. Babasından izin aldık, Sultan'ı ve kardeşi Sare'yi aldım. "Hiçbir şeyine karışmayacaksınız" dedim. Sare de yüksek hemşirelik kazandı. Pikniğe giderdik kucaklarında test çözerlerdi. Tutunmak zorundalar. Hukuk fakültesini kazandı. Okulu bitirip savcılık sınavlarına hazırlanmaya başlayınca ben neredeyse bunalıma girdim."

Turgay Baba'nın en büyük mutluluğu çocukların bir meslek sahibi olmalarıdır.


Turgay Baba'nın en büyük mutluluğu çocukların bir meslek sahibi olmalarıdır.
"Kimileri yönetici oluyor, kimi başka pozisyonlarda görev alıyor. Çocukların geçmişleri bilindiğinde farklı davranmaya başlanıyor. Sultan sınavlara hazırlanırken, saçları ağardı, sarılık geçirdi. Çok sıkıntılar yaşadı. O sırada hep aklımdan şu geçiyordu; "Benden kaynaklı sıkıntı yaşar mı, babasından dolayı sıkıntı yaşar mı? Savcı olacak ama her şeyini araştırıyorlar. Kendi kendimi yiyordum. Ona da belli edemiyorum. Sınav bitti, başarmıştı. O gün bütün dünya benim oldu."

"Ben sadece seni doğurttum kızım ama Turgay Baban sahip çıktı."


"Ben sadece seni doğurttum kızım ama Turgay Baban sahip çıktı."
Sultan'ın babası cezaevinden çıktıktan sonra bu cümleyi söyler. "Tüm çocuklarım ailelerine gitsin istiyorum."


Yaz Saati

"Gün ışığından daha fazla yararlanmak amacıyla her yıl yapılan ileri saat (yaz saati) uygulaması kapsamında, bütün yurtta saatler, 27 Mart saat 03.00'ten itibaren bir saat ileri alınacak..." He bu da 1 saat erken kalkmak anlamına geliyor (: Neyse günü kurtaralım .. (: 



Yaş'lanmak

Yaşlanmak.. Biyografilerle haşır neşir olduğunda daha net dank eden bi olay sanırım.. Sadece biyolojik yaş değil artan.. Yaş'lanmak derim ben her bi doğum gününü daha ardımda bırakırken.. İnsan daha mı duygusallaşır yaşlanınca..Yoksa ardında daha mı fazla özlencek insan biriktirmiştir.. Hatırlancak daha mı cok hatıra.. Düşüncek daha mı cok zaman.. Her yaşananla artan kırışıklar,beyazlar.. Nasıl yaş'lanacağımı düşünüyorum bu gece.. Tonlarca olasılık varken insan birini bile düşünmeye cesaret edemiyor.. Issızlık hissiyatından olsa gerek.. Koskoca bi hayatı 2.5 saatlik karelere döken filmdir bunu düşündüren elbet.. Zamanının görecesi mi yoksa aldatmacası mı.. Ancak "yaş"lar verebilir cevabını bu soruların..belki de göz "yaş"ları.. 

Hayvanlarla Mesafem


Şimdi anlatacaklarımdan sonra eminim o balığı benden uzak tutmak için elinden geleni yapacaksın (: Bilindiği üzre hayvanlarla aram yoktur.. Ancak öğrenci evinde kalırken odaya pek uğramayan ve zeytin kavanozu içinde yaşayan bi balığa sahip olan arkadaşımın balığına mecburi dadılık deneyimimden bahsedeyim azıcık (: İsmi Sufi olan balığımız kendince yarıcapı 5 cm olan dünyasında yaşarken benim merhametine kalmış durumdaydı (Ne acınası bi balık olduğunu ne siz sorun ne ben söylim).O kadar da zalim değilim canım şimdi:P Neyse balıkların avuc avuc yemle beslenmeyeceğini biliyodum neyse ki: P Balık suyu değiştirme konusu ise cok vahim..Şimdi kavanozda yasayan bi balığın haliyle suyu değiştirirken balığı koyacağımız edevatı olmuyor (: Bu sebeble kavanozdaki suyu baska kavanoza alıp(balıkla beraber) sonra içini temizleyip mis suyla doldurduktan sonra balığı geri koyma işlemi şeklinde tekerrür eden bi hobiydi bizimkisi..Ancak bizim balık efendi bi kavanozdan diğerine gecerken kendini sirkte zannedip hobba diye atlayınca rutin atraksiyonumuz baslıyordu.Ki bende cok becerikli olmadığım üçün o atlayınca ancak tesadüfen kavanoza atlamasını sağlıyordum aksi takdirde lavaboya düşüyordu (: O düştüğü andan itibaren hem o hem bende bi cırpınma...Uvvv..Onun sesi cıkmıyor ama ben yeri göğü inletiyorum...Aaaaaa balık ölcek balık ölcekk of off!!!!!!! Ben dokunamam ayrıca balığı eline alıp geri koysana kavanoza diye akıl verenler için..Neyse ben bağırırken balık cırpınırken diğer oda arkadaşım imdadımıza yetişip balığı yakalayınca ohh beee! diye bi nefes alırdık..Ancak bu son zamanlarda öyle cok yaşanmaya baslamıştı ki..Artık balığı gözden cıkarmıştık ark la..Eğer Sufi ölürse diğer ark a caktırmadan aynısından alıp koyacaktık :P Neyse ki öldürmedim hayvanı ama cok cekti benden zavallım.. Neyse işte böyle...İşin özü sen sen ol o balığı benden uzak tut (:

Bitkisel Hayat

Son zamanlarda alternatif tıbba abone oldum (: Bitkisel şeyler neyin aldım bi sürü.. Sirke içiyorum.. Limon yağı içiyorum.. Sarı kantron yağı içiyorum.. Melisa çayı içiyorum.. Yeşil çayın envai çeşidini içiyorum.. Bergamutlu mu neyse ondan bulamadım bi ama azimliyim ondan da içecem (: Daha adını sayamayacağım bi ton cayın yanı sıra bazı tabletler neyin de.. Bu kadar şeyi içtikten sonra kusası gelmiyo değil insanın ama netcen (: Neden sağlıklı olan herşeyin tadı tiksinç olmak zorunda ki sanki? Ama devam edicem bitkisel hayatıma (:


Klavye Hataları

Klavyede özellikle anlık iletişim programlarında cok sık hata yaparım malesef.. Ama benm hatalar genelde komşu harfler karmaşasında yasanır. Kendi hatalarıma rağmen,karşı tarafdan imla hatası gördüğümde, her seferinde klavyeye bakıyorum. Yazılmak istenen harf ile yanlışlıkla yazılan harf birbirine komşu mu diye merak ediyorum. Komşu tuşlarsa yazanı hoş görüyorum. Manyak mıyım neyim? (: Bu sıralar da boşluğu hep kelimenin son harfini yazmadan bırakıyorum tuhaf şeyler oluyo.. Kişiy eözel bir gösterinin anısı cvar bu bir pandomim gibi gibi..


Rahatlamak İçin

Hiç bişey bi aromalı bi banyonun verdiği rahatlığı veremez.. Nefes egzersizleri..Az daha araştırsam yogaya neyin başlayabilirim yane o derece.. Günün yorgunluğunu almaya güzel bi fincan kahve birebirdir. Dinlendirici şarkılar eşliğinde okunan kitabın sizi içinde bulunduğunuz durumdan uzaklaştırması muhtemeldir. Ortalıkta kimsecikler yokken kendinle başbaşa kaldığında içten ettiğin bi duanın yerini ise hiçbiri tutamaz sanırım..

Hapşuuuu!

Hapşuracağım zaman birileri bana bakarsa veyahut "çok yaşa" derse benim hapşuruğum kaçıyor arkadaş.. Lütfen hapşuruk ritüelimi baltalamayınız, bırakın bi "hapçhuuuu!" deyimm ondan sonra ne derseniz deyin.. İnsanlık namına.. (:

Gofret

Hastane kantinleri misali yerlerde satılan hamburger cart curt tarzı şeyleri yemekten kurtarır insanı.. Açlığın bilumum seviye bastırırken,verdiği utility hoşbeşle zirve yapar.. Market raflarında değişik markaların değişik çeşitlerini sepete atarken buluverirsiniz kendinizi.. Sonra anlarsınız ki Eti Hoşbeş'den şaşmamak lazım.. Yalnız muzlusuna niye denk gelmedim ben yeaa,muzlu diye aldıklarımın vanilyalı cıkması bitttt! Gofret nostaljik aburcuburdur,candır,canandır.. Yenmeli,yedirilmelidir:P 


Nerde o Eski Bayramlar?

Eskiden (taa bi 20 yıl önce neyin),cocuk için bayramın bi heycanı olurdu.. Zira "bayramlık" denilen olgu mevcuttu..Yeni cicibicilerine kavuştuğunda demeyin keyfine yavrucağın! (: Şimdi ise millet her gün bayrammışcasına giyiniyor..(Yoksa deliye mi vurduk?) Bakkala çıkan hatun profilinin saçını fönleyip,bilumum ciks kıyafetlerini üzerine gecirip salına salına "ekmek,gazete" almaya gittiğine şahit olabilirsinz.. Haliyle yeni cicilerin bi değeri kalmıyor bayrama has.. Bi ben kaldım sanırsam o eskilerden hala süklüm püklüm gezen..(: :P Bayramların anlamı kaldı mı peki? ... Bir de.. Bayramı "et yeme festivali" olarak algılayan zihniyetin aslında kestiği kurbanın 2/3 nü dağıtması gerek miyor muydu gelir seviyesi düşük insanlara? Hayvansal gıdaları cok tükettikçe daha mı" hayvan"laşıyoruz nedir! 

Vicdani Ret

Vicdani ret bireyin en doğal hakkıdır.. 
1)İdelolojik nedenler: Orduların emperyalizm kuklası olduğunu düşünen birey elbette bu hizmetten sakınacaktır. 
2)Dini nedenler :Tüm dinlerde insan öldürmenin feciliğinden bahseder;hatta Kuran'da bir insanı öldürmek tüm insanlığıa öldürmeye eş değer tutulmuştur. 
3)Ahlaki nedenler: Savaş karşıtı birine savaşmayı öğretemezsiniz. Emir alma,hiyerarşik düzen,şiddet kullanma gibi olaylardan kaçınmak isteyebilir. 
Marthin Luther der ki: 
Cowardice asks the question - is it safe? Expediency asks the question - is it politic? Vanity asks the question - is it popular? But conscience asks the question - is it right? And there comes a time when one must take a position that is neither safe, nor politic, nor popular; but one must take it because it is right. 
Doğruyu bulabilmek dileğiyle.. 

Klişe

Çok klişe bi gerçekten bahsedeceğim.Bu hayatta kimseye inanmayacaksın.Sanmayın ki canı yanıp arabeske vuran, ondan hayatın sillesine rövaşata cekmeye calısan biriyim. Etrafımızdaki insanlar,hayatlar,olaylar,mekanlar vs her biri geçiçi.Dün üzerinde durduğumuz kara parçası bile bugün aynı yerde değil.Sözler değişir,insanlar değişir,ruh değişir,mekan değişir,zaman değişir,illa değişen birşeyler olur.Önemli olan değişimin yörüngesi.Hatta o yörünge bile değişebiliyor.. Sanırım arsız bi deltadan ibaretiz. Ama bu değişim yorar insanı.Sancılı bi darbe girişimi..İnsanın en yakın bildikleri bile dipsiz kuyulara sürükler en umursamazından.Başımıza herşey gelebilir bu değişim teorisi bazında.'Hep,hiç,asla,sonsuza dek' vs gibi müthiş genellemeci kelimeler aklımızı çeler. -Bu- kez inanmak isteriz işte. Ama o kısır döngü sahneye çıkmaktan geri d.urmayacaktır , 'asla' .Gün olur aileniz,gün olur sevdiceğiniz,gün olur dostunuz sizi yarı yolda bırakacaktır , kimse karşı koyamaz ki bu değişim rallisine. Olmaz demeyin,herşey insanlar için demişler. Hani kınadığınız başınıza gelir miti gibi düşünün. Dün eleştirdiğiniz naneyi bugün zat-ı aliniz işleyebilir. Günaha bulanmak fıtratımızda var.Çiğ sütü sonradan ısıtsan da kafi gelmez. Bugün böyle derim ama ben de yarın unuturum çünkü değişimin hızı farkındalığa baskın gelir.. Sebep-sonuç dairesinde cirit atıyoruz en umursamazından.. O halde go on beybiis.. No persistency, just transiency..


Kapuska

Yemeği kendisine getirteceğini anlayan 11'lik kardeşim abisinin 'evde ne yemek var' sorusunu 'kapuska' diye cevaplayarak yırtmaya çalıştı..
30.05.2011 16:38:31

Uğur Böceği

Şafağa ramak kalmış koyuluklardaysanız.. Karşınıza çıkan ufacık sıradan bir uğur böceğinin ışıltısı karanlığınıza güneş gibi doğabilir.. Biz homosapiens türü gurur denen çok mal bişey icat etmişiz.. Hayatımızda öyle yada böyle bi şekilde yer edinmiş insanlara (gerçekten insan olduklarını düşünüyorsanız tabi) arada bi uğur böceği olmak gerekirken biz 'banane' kılıfına sığınabiliyoruz. Oysa o insanın o an ihtiyacı olan tek ışıltı sizin elinizde.. Belki de bu dünyada kendileri için varlığımızın bi anlam ifade ettiği birileri yaşıyor diye varız.. Sizin tek bi gülümsemeniz için nefes alan insanlar var diyedir belki tüm bu bekleyişler.. Benim bi uğur böceğim oldu ağustos böceklerinin ısırıklarına çare ararken.. Ben de hatırlıyorum birilerine bi zamanlar uğur böceği olduğumu.. Demek ki ışıltılarımız kayda geçiyor sevgili bloggerlar..Ve evren bazen sizin için yakıyor meşalesini.. O halde haydi birilerinin uğur böceği olmaya.. (: 

Tik Tak

Toplam ömrümüzün 7654367897654367544676 saatini duraklarda geciriyoruz.. Beklersin hastanın sabahı beklediği kadar.. Taze ölüyü mezar kadar.. Şeytanı karıştırmayalım işe.. Gelmez ! Hep bi sonrakinde senin beklediğin çıkıp gelecek ansızın diye yüzersin umut deryasında.. Tik tak tik tak.. "Ne bir ses ne de haber gelmiyor artık senden .. Öylece kalakaldım deli hasretinle ben" mode on.. Ama madem o kadar bekledm ha geldi ha gelecektir diye diye kendini avutursun.. Süre uzadıkca iyice hırslanırsın : -O otobüs gelecek ve ben binecem leynn!! Gelmez..Hani anime kızları ağlayınca gözyasları kocaman olur da şekilden şekile girerek zırzıra bağlar ya..Heh işte öyle tepine tepine ağlayasın gelir.. Nacizane tavsiyem o vefasıza bel bağlamayın blogger sakinimsileri.. Kendime kural diye beynimin ince kıvrımlarına dip not düşüyorum o zamanlar : İlk gelen otobüse binmek durakta kök salmaktan daha optimum bi çözümdür,Nash dengesidir hatta! Yok efendm o benim evimin uzağından gecer,more and more hırsıyla beklemeye kalkarsan durakta 876 yıl yaşlanır,kemirmekten tırnağın kalmaz,saçına aklar düşer benden demesi.. Timeeeeee is marching onnnnn! and time.. Still marching onnnnnn! (: 

Matruşkalaşan İnsan

Bu konuyu görünce hani yaşlı teyseler 'ayyy,offf,amannn' diye inler de böğrüne götürür ya elini.. Heh aynısının tıpkısı bende! Konunun başlığı,tanıtımı 'kaynımda' var hesabı.. Hatta var ya birine matruşkalaşan bünye desen 'Allah senin belanı versin'den daha etkili bi buğz yöntemi olur..Böyle full konsantre güzel bişeyler yazmak istiyorum konunun muhteşemliğine yaraşırcasına..Ama bi türlü yeterli kıvamda hissetmiyorum kendimi.Kasım kasım kasılıyorum (: Konuşma eski, yırtık pırtık, balıkların arasından kaçabileceği bir ağdır. Belki de sessizlik daha iyi. Bunu deneyelim demiş Virginia Woolf..Sussak mı ki ne? Veyahut: "Gönül sus da ahu zar etme Ya Sabır de..! Belki biraz yanlızlık belki sessizlik belki karanlık lazım..!" 


Kar tanesiyiz hepimiz..

Böyle bi 'çok görmüş geçirmiş' de millete kendi yemediği bayat ekmeği tıkan biri gibi mi görünüyorum bilemiyorum..Ben şimdiden yok hayat şöyle yok böyle diye gezersem ,Berkecan dede ve Ece ninelerin dolaştığı evrelerde torunlarıma anlatacak birşeyim kalmayabilir. 90 kuşağı istilası varkene yaş'lıyım aslında.Oturun ve dinleyin bücüriksler..! (Çok da kibar bi ablayım görüldüğü üzre--Ha bi de yıl olmuş 2011 hala burda beni abi zannedenler var,onlara başka bi zaman değinmek isterim ) -Opps tam suan dev anası gibi bi örümcek masamdan transit geçiş yaptı ya la! :P Ya o değil de benm ağzım Behzat Che izledikten sonra fena bozuldu.. Eğreti kibar olacağımıza dürüst kaba olalım daha iyi..kılıfına sığınsam da bu durum beni kederlere salmakta. Dur anlatacaklarıma gelemedim daha.. Hani napalm bombası var ya..Onun adındaki ilüzyonu çözdüm ben ahora. Abi şuan o kadar sıkılıyorum ki napalm bombası gibiyim ha patladı ha patlayacak.Yapacak bişey yok napalm. Sıkıntı insana neler yaptırıyor görüyorsunuz..İbretlik anıtıyım resssmen.Neyse asıl konuya geliyorum: İnsanlar yaşlandıkça puzzle'ın parçaları az çok tamamlanıyor ve artık her bir sözcük,her bir cisim,her bir motif her birimiz için farklı anlamlar taşımaya başlıyor. O noktada Türkçe konuşan ama Ubıhça anlayan hücreler olarak dolanıyoruz. Senin anlatmaya çalıştığın şeyi karşındaki kişisel süzgecinden geçirdikten sonra muayyen bir seviyeye kadar anlayabiliyor.İletişimsizliğin kıskacında -mış gibi yaparak hayatımıza devam ediyoruz. Herkes anlaşmış gibi bu gidişata suspus,sanki dudak aralasa raydan çıkacakmışız gibi temkinli.. La'yı Lo anlamak.. Tek harf bile müthiş anlam farklılıkları yaratabilirken biz öyle bi lüksümüz varmışcasına pek zahmet etmiyoruz anlamaya calışmak için.Yargılarımız peşin ve nakit. Etiketlere sığınıyoruz. Beynimizin işini kolaylaştırmak maksat ya; şemalıyoruz,listeliyoruz,tag'liyoruz. Her insan bi dünya..Keşfedilmeyi bekleyen kar kristalleriyiz her birimiz.Bu kadar basite indirgenemeyecek kadar,üzerine düşünülmeyi hak edecek kadar değerliyiz.Anlamıyoruz evet.Ama en azından anlamadığımızı kabullenebiliriz. (Hayır annem tepemde çamaşır asarken ben nasıl nokta koyayım şu yazıya ha? :P Getirmiyorum sonunu konsantre neyin kalmadı (:)


Kahhar

Kahhar sıfatını yanlış anlıyoruz.. 'Allah seni kahretsin' gibi beddular yanlış.Doğrusu: 'Allah sendeki kötü huyları kahretsin,seni ıslah edip aşka getirsin' olmalı. Amin denecek laflar çıkmalı ağızdan.

Hediye

Hediye vermek iyidir de.. Verdiğin şeyin kıymetinden anlaşılması gerekir.. Ha bu demek değildir ki 'maddi anlamda' değerli olsun. Gönlünden kopardığın şey aslında 'zaten çöpe atılası şeyse' vermenin anlamı yok ki. Yani verdiğin şey senin için önemli olmalı önce. Feda edebilmelisin. Geçebilmelisin fanisinden. Vazgeçilmezlerini çıkarmalısın hayatından. 'Sevdiğiniz şeylerden vazgeçmedikçe siz birre eremezsiniz....' (Bkz: Ali İmran - 92)

Mustafa Sandal

Halet-i ruhiyem Sid'e bağladığı zamanlarda Mustafa Sandal dinlediğim yalan değil.. (Bkz: Sarımsaklı İtiraflar) Sözler beni benden alıp Guatemala'dan başlayıp Honduras'ın başkentinden Surinam 'a uzanan bi yolculukta avare beleş dünya turu yaptırmaktaa..Hangi birini yazsak.. Bu kız beni görmeli bana kazak örmeli.. (Eskiden kızların işi bi kazağa bakıyormuş demek ki) Yokluğunda çok kitap okudum..(Sayesinde kültürlenmişsin işte daha ne) Onun arabası var güzel mi güzel şöförü de var özel mi özel.. (Ben bu şarkı kadar şizofrenik bi şarkı hatırlamıyorum) Seni tek geçerim bu alemde.. (Hangi alemdesin hacı sen?) Dön ve tekrar tuşuma bas.. O senin ruh halinle alakalı ,Bütün tövbelerin yamalı ,Seni Tanrım en baştan yaratmalı..(Adam haklı beyler :) Kız seni alan yaşadı,dertlerini de boşadı,Mest oldum vallahi jest oldum.. (O nasıl olunuyor ki ne?) Aya benzer yüreğim ,E doğal olarak takipteyim ,Ah şu kaderi çözersem eğer,Bekle geliyorum aşkım..(Sen olduğun yerde kal bence:) Yenileri bilmiyorum pek,çocukluğumdan inleyen nağmeleri dinlediniz.. (: 

Memur Masalarının Vazgeçilmesi: Kaktüs

Radyasyona karşı ayakta kalabilen tek bitki olduğu üçün dünya mitoloji tarihine adını altın harflerle yazdırmış bitkidir kendileri.... Ofislerde,pc yanlarında,orda burda üstündeki rengarenk yapay çiçekleriyle ortama canlılık katan "akupuntur tedavisi gören salatalık"tan öte radyasyonu engelleyecek kadar hiro bi yanı olmadığını sanıyorum. Çiçek-böcekle aram pek olmamasına rağmen 'my' listemde yer edinebilmiştir.Radyasyonla bi alakası olmasa da siz ona iyilik edeyim derken o size dikenlerini çatırt diye geçirmekten haz duyması sebebiynen nankör(bkz:nimet bilmez) homosapiens türünü anımsatmaktadır.Öyle sessiz sakin durur masumcana.Ta ki ona dokunmaya kalktığın an bir değil 1500 iğnesini saplar adama.İnsanlarla ilişkilerinde yön göstermesi babında radyoaktif insanlardan korur,herkes evinde köşesinde bulundurmalıdır.

Yürüyen Merdivende Yürüyenler

Bkz: Çözümlenemeyen homosapiens davranışları Ha sen de ki : yürüyen merdivenin sağı duranlar,solu yürüyecekler için. Madem öyle direk daha solunda duran yürümeyi bilmeyen merdivenden yürü marjinal tavşancık. Böylelikle o daracık yerde insanlara çarpa çarpa artistik patinajı çekmek zorunda kalmazsın ha? 


Danalara Dikkat Lahanaları Yemesin!

Şimdi görünce hatırladım da çocukluğumun en sevdiğim yemeğinin lahana olması neden böyle bi insan olduğumun açıklaması olabilir mi acaba? Hani çocukluğunda yaşadığın ufak bi travma tüm hayatını,kişiliğini cartını curtunu etkiler ya.. (Bkz: Mikro boyutta kelebek etkisi) Ne bilim normal bi çocuğun en sevdiği yemek patates kızartması,makarna cart curt falan olur. Lahana ya bildiğin lahana. Bundan daha fena travma mı olur..? Psikoanalizimi bile yapamazlar bu halimle. Kimbilir ne diye yedirdiler bana o laz ıspanağını.. Dandini dandini dastana danalar girmiş bostana ninnisiyle mi uyuttular beni? -Danalar yemesin sen ye,ham yap! Danaların yemediğini bana niye yedirdiniz uleynn! O dönem Adapazarı'nda lazların arasında büyümenin de etkisi olabilir tabi. İyi ki vakit geç olmadan terketmişiz o diyarları.. Guatr olaydım sebebim olurdun kara lahana!